Durağan Yolcu
Sabah, çalar saatin sesiyle
uyanıyorsun. Gece geç uyudun ve biraz daha uykuya ihtiyacın var. Erteliyorsun.
Hayatta hep bir şeyleri erteledin. Çalar saati ertelemeyi dert etmiyorsun. İki
saat kadar ileriye. İki saat sonra
kapının çalınmasıyla uyanıyorsun. Çalar
saat çalmış ve sen bu kez ertelemeye bile gerek duymadan kapatmışsın. Kapıyı
açtıktan sonra fark ediyorsun bunu. Kapının önünde kimse yok ve sen hala
yorgunsun, çalar saati bir saat sonraya ayarlayıp yine uyumaya çalışıyorsun.
Bazen, insanların başına aniden bir ağrı saplanır. Senin başına, son 5 senedir
her gün, günde 7-8 kere o ağrılardan saplanıyor. Annene bahsetmiştin. O da, sana,
doktora gitmen gerektiğini söylemişti. Sen yine ertelemiştin. Birçok şey gibi.
Yine, o ağrılardan biri saplanıyor ve daha fazla uyuyamayacağın gerçeğini idrak
edip, yataktan çıkıyorsun. 1 saat sonrasına kurduğun çalar saati kapatıp,
giyiniyorsun. Dişlerini fırçalıyorsun. Aksesuarlarını takıyorsun, çantanı
hazırlayıp çıkıyorsun. Kahvaltı yapmıyorsun. Şampiyonların kahvaltısı tütün ve
sade kahveden oluşur. Tütün alıp sarmıyorsun, sarılmış olan ve normal tütüne göre
içerisinde daha fazla katkı maddesi olan sigarayı içiyorsun. Her gün sigara
aldığın bakkala gidiyorsun. Mütemadiyen tükettiğin sigara markasının
kalmadığını söylüyor. Çıkıyorsun. Zaman kaybettiğini düşünüyorsun. Oysaki
değerlendiremediğin ne vakitler var.
Neyse ki başka bir bakkalda buluyorsun istediğini. Çıkar çıkmaz, yumuşak
paketi açıp, bir tane sokuşturuyorsun dudağının sağ kenarına. Sol cebinden,
gazı bitmek üzere olan ve tekrar doldurulması olanaksız çakmağı çıkarıp
yakıyorsun. Sarı. Kahvaltın değil bu.
Kahvaltıda tükettiğin sigaradan önceki ilk sigara . İnsanlar, buna, sabahın ilk
sigarası diyor. Sen biraz daha dolaylı yoldan söylüyorsun bunu. Sigaran
bitmeden, vasıta geliyor. Yarısında atıyorsun ve ciğerlerini 2-3 saniye
havalandırıyorsun. Sigara adabı bunu
gerektiriyor çünkü. Vasıtaya binip,
ücretini vererek oturuyorsun. Ve
gideceğin yere kadar camdan dışarı bakıyorsun. Hafif güneş var. Hava durumu
bültenlerinde parçalı bulutlu açık deniyor bu duruma. Sen, bunu tercih
etmiyorsun. Sonra müsait bi’ yerde diyip, vasıtadan iniyorsun. Mekana girip,
kafeteryasından sade, şekersiz bir kahve alıyorsun. Dışarı çıkıp, kimse yokken kahvaltını yapmaya
başlıyorsun. 2 sigara ve bir fincan kahve.
Son yudumda kahvenin soğuduğunu anlıyorsun. Soğuk kahveyi de seviyorsun.
Son yudumu alıp, argo tabirle sigaranın son fırtını da çekip, içeri geçiyorsun.
Üst kata çıkıyorsun. Sessiz. Sadece, altı kauçuk türevi bir maddeden yapılan
botlarının sesi var havada. Bu kadar ses çıkmışken, yerde de izi kalmıştır diye
düşünüyorsun. Yere bakıyorsun, iz göremiyorsun.
Yürümeye devam etmek, en iyisi bu. Kapıya geldiğinde itiniz ve çekiniz
yazılarının simetrik bir şekilde yapıştırıldığını fark ediyorsun. Bu durumda
ikisini de yapman olası. Kapının sağ üstüne baktığında herhangi bir şey göremiyorsun
ve iterek, içeri giriyorsun. Bulduğun
ilk boş yere oturuyorsun. Gerçi her yer boş. Sessizlik. Bilgisayarını çıkartıp,
açıyorsun. Materyallerini de hazırlıyorsun. Tütün tüketme isteği doğuyor içine.
Kahvaltını iyi yapmıştın halbuki. Aşağıya inip, bir sigara daha içiyorsun bir
fincan kahveyle birlikte. Beynin uykun var diyor sana. Gözlerinin altına
bakmasını öneriyorsun. Kahve bitiyor. Yukarı çıkıp, açılan bilgisayarının ekranındaki
iskeleye ve durgun su kütlesine bakıyorsun. 3-5 dakika daldığını bir arkadaşın
gelip, omzuna dokununca anlıyorsun. Havadan sudan konuşuyorsunuz. Burada
olduğunu ve bir ara görüşmeniz gerektiğini söylüyor. Sonra, arkadaşın gidiyor.
En sevdiğin absürt komedi dizisinin eski bölümlerinden birini açıp izliyorsun. Gülmüyorsun.
Biraz da sıkılıyorsun. Daha önce izlediğin 6 sefer güldürmüştü oysa. Tekrardan
olduğunu düşünmüyorsun. Biraz müzik
dinlemenin iyi fikir olduğunu ayrımsadığında, 3 aydır ertelediğin albümü
açıyorsun bilgisayarından. Şahane. 3 ay boyunca nasıl ertelerim ben bu albümü
dinlemeyi diye kendine sitem ediyorsun.
Daha fazla ertelemeyi kesip, yazmaya başlıyorsun. Yazacaklarını hep
erteledin. Buhran dönemlerinde yazdın hep. Buhran dönemlerin de fazlaydı. Artık
bahane yok diyorsun kendine. Tabii bu bir anlık karar, zaten uzun uzadıya
düşünüp karar vermedin hiç. Bir konu üzerinde çok düşünenleri anlamadın. Sadece
verdiğin kararı destekleyecek bahaneleri uyduruyorsun.Bundan öncekileri ve bundan sonrakileri
yazmaya koyuluyorsun. Bir süre
sonra kulağındaki müziğe kaptırmış bir
halde, gıcır gıcır bir masanın başında, sağında bulunan camdan dışarı bakıyorsun, gökyüzünü gri görüyorsun. Belki de camlar çok kirlidir. Sabahki parçalı
bulutlar, parçalarını kapatmış durumda. Tamamen kapalı hava. En uzun geceden
çıkalı çok olmadı. Hava griliğini bir süre sonra yitirecek. Ani bir kararla
çıkıyorsun mekândan. Bir sigara. 3 ya da 5 dakika geçti, camdan baktığın
süreden bu yana. Hava karardı. Değişim. Çok hızlı. Değişimin dönüşümle yer değiştirdiğini
hatırlayınca düşünüyorsun, dönüşümün değişim üzerine etkilerini. Son kez sağ
adımı attığında değişimin dönüşüm üzerindeki etkilerini düşünüyorsun. Anlık
oluyor bunlar ve sigarayı içerken, sabah vasıtadan indiğin durağa varıyorsun.
Sigara bitmeden geliyor yine. Sabahki manzara: Atıyorsun, ciğerlerini
havalandırıyorsun, biniyorsun, ücreti uzatıyorsun, oturuyorsun. Bu kez cam
kenarı değil. Kafanı önündeki koltuğa dayayıp, müziği dinliyorsun. Boşa geçen
bir gün olduğunu düşünüyorsun. Acıktığını fark edip, güçlüce yutkunuyorsun.
Vasıtaya binenler oluyor. Yanındaki kadın yüksek sesle telefonla konuşuyor. Bu
duruma sinirleniyorsun, uyarmak üzere kulaklığı çıkarıp, soluna dönüyorsun. O
anda kapatıyor telefonu ve sen dumura uğramış bir şekilde baka kalıyorsun.
Gülümsüyor sana. Ne yapacağını düşünürken arkadan bir sağ kol geliyor gözünün
önüne rahatlıyorsun. Kulaklığını takıp önüne dönüyorsun. Koltuğun koruyucusu
yırtılmış, fark ediyorsun. Arkadan
uzatılan ücretleri iletiyorsun, arkandakinin yüzüne bakmayarak. Çoğu zaman kaç
kişi uzattığını sormuyorsun. Vasıta şoförü sorunca arkadan geliyor cevap,
karışmıyorsun. Para üstlerini iletmiyorsun. Vasıta duruyor. Yaşları senden
büyük iki bayan biniyor. Kimse kalkmıyor oturduğu yerden. Sen de kalkmıyorsun.
Yine o müzik kulaklarında. Vasıta yeniden duruyor, birileri daha biniyor.
Oksijenin azaldığını fark ediyorsun.
Vasıta yaşadığın semte geliyor. Evinden 4 ya da 5 durak önce iniyorsun.
İner inmez bir duman tabakası karşılıyor seni. Bulunduğun yer bir tatil
beldesi. Yazları sıcak, kışları ılık geçen bir yer. Kış sıcaklığı ortalaması
önceki senelerde 15 derece iken bu sene 3-4 derece. Bölge halkı, bacalarında
filtre olmayan sobayla ısınıyor. Çıkan dumanlar kaplıyor boşlukları. Kokuyu
hissedebiliyorsun. Katkı yapmak için de bir sigara yakıyorsun. Müzik yirminci kez başladığında bir arabanın
sinyal vermemesinden dolayı trafik kazasına sebebiyet verebileceğini
düşünüyorsun. O sırada, kadının biri ezilme tehlikesi atlatıyor. Gülebiliyorsun
sadece. Daha hızlı yürüyorsun bu kez. Sanat kokan bir sokağa giriyorsun. İlerliyorsun. Karşından inşaat işçileri
geliyor. Sanat sokağını daha da çok seviyorsun. İlham veriyor sana. Yürümeye
devam ediyorsun, sigaran sönmek üzereyken son nefesi alıp, çöpe bırakıyorsun
izmariti. Düşerken izmarit, dibinin yanmış olduğunu görüyorsun. Antikacı var bu
sokakta. Her gün geçerken vitrinindeki o
eski gramofona bakıyorsun. Sahibiyle her gün göz göze geliyorsun. Geçen
günlerde yapmadığı gibi gülümsüyor sana. İyi biri olduğunu düşünüyorsun. Gramofonda
bir plak var, dönüyor. Antikacıları düşünüyorsun, birkaç antikacı görmüştün
daha önce ve hepsi yeni modern mağazalardaydı. Kafanda oluşan soruları
cevaplamıyorsun. Yoruldun. Hava karanlık, sokak lambaları henüz açılmış.
Diyaframları tam ısınmadığından iyi aydınlatmıyorlar sokağı. Bir süre sonra
eski bir bina görüyorsun. Tam bir mimari örneği. Camları kırılmış ve girişinde “Dikkat!
Yıkılma tehlikesi” yazıyor. Üzülüyorsun. Hâlbuki çok güzel bir opera binası
olabilirdi diyorsun kendine. Yürüyorsun, adımların yavaşladı. Manav önünde
alışverişini yapan, büyük ihtimalle devlet dairesinde hayatını çürüten memuru
görüyorsun. Elma ve portakal alıyor. Kiviye bakmıyor, kesesini yakmasın diye.
Karşından bir ve arkandan iki kamyonet geliyor, yürüyüşünü hızlandırıyorsun. İkisinin
arasında kalmaktan korkuyorsun çünkü. Fırının önünden geçerken de yaşanıyor bu
olay. Fırının önünde bir evsiz bayat ekmekleri alıyor. Ara sokaktan elinde
pamuk şeker olan bir çocuk çıkıyor. Sen karşıya geçiyorsun. Evine doğru
yürüyorsun. Kafanda, şu ana kadar cevaplayamadığın sorular. Cevabını bulmak
için uğraşmıyorsundur belki diye telkin ediyorsun kendine. İkinci sokaktan
dönmen gerekirken, ilk sokaktan dönüyorsun. Yalnız kalmak istiyorsun belli ki. Sokakta yürürken bir kedi geçiyor önünden,
rengini ayırt edemiyorsun. Gözleri korkutuyor sadece. Ağzını açıyor ve
dişlerini gördükten sonra bir kez daha ürperiyorsun. Adımlarını hızlandırmaya devam ediyorsun,
kediden kurtulmak için. Hiç sevmedin zaten kedileri. Köpekler senin için daha
değerli. Arkadaşlığın olmadığı bir
dünyada arkadaşın köpeğin. Sana bağlı ve her daim yanında. Bu düşüncelerle eve
varıyorsun. Saat yönünde açılan alt kapının kilidine uygun anahtarı sokup saat
yönünün tersinde çeviriyorsun. Açılmıyor kapı. Alışamadın bir türlü böyle
olmasına. İki ihtimalden ilkini gerçekleştirdin. Son seçeneği de deniyorsun.
Artık yanlış yapma ihtimalin yok. İçeriye giriyorsun. Dik olan merdivenlere
adımını atıyorsun. Hareketinin sonuna
doğru hızlandırdığının adımların etkisiyle kaslarında laktik asit birikmeye
başladı. Kreatinin yeterli gelmedi belli ki. Yavaş yavaş çıkamayacağını
anlıyorsun. Modern bir binada
yaşamıyorsun. 50’li yılların bohem binalarını hatırlatıyor sana. Lambayı açmak için iki adım atıyorsun
aşağıya. Derin bir nefes alarak 6-7
basamağı hızlıca çıkıyorsun. Yavaşlıyorsun
yine. Işık sönüyor. 10 dakikada çıkabiliyorsun yukarı. Işığı açıp, anahtarını sokuyorsun deliğe.
Açıyorsun. Karanlık.
Sonra?
Sonra müzik bitiyor. Bir yolcu değilsin artık. Durağan bile değilsin. Hiçbir şeysin belli ki.
Sonra müzik bitiyor. Bir yolcu değilsin artık. Durağan bile değilsin. Hiçbir şeysin belli ki.