Me-meler
Sıcağın etkisi, üzerindeki tshirtte
belli oluyordu. Bölgesel ıslanmalar, gövdesinin ön bölümünü, dünyanın arkasına;
gövdesinin arkasını dünyanın önüne benzetmişti. Karşılıklı oturuyorlardı.
Masanın üzerinde henüz soğukluğunu kaybetmemiş ya da daha bilimsel bir ifadeyle
iki ortam arasındaki sıcaklık eşitlenmemiş malt şerbetleri duruyordu. Çiğ
noktasına ulaşmış kahverengi şişeler. Sıcağın bünyelerine getirdiği hararet,
konuşmalarına yansıyordu. Biri, masada bulunan sulandırılmış hardal rengi
pakete yöneldi. Diğeri de aynı anda pakete meyletti. Önce davrananın kazandığı
bir mücadele olmadı; hatta aksi de olmadı. Paketi alan bir sigara da
karşısındakine uzattı.
Ancak iki tek kişilik yatağın
sığabildiği, kahverengi şişelerin üzerinde bulunduğu amacı dışında kullanılan
bir masa ve belki de cilası düzgün yapılmamış kapağı kırık bir dolabın olduğu
bir odaydı bu. Kapı ve pencere kapalıydı. İçerideki anlamsız sıcaklığın sebebi
de buydu. Pencereyi ya da en azından kapıyı açsalar belki de konuşmalarına
yansıyan sahra çölünün harareti peşlerini bırakacaktı. İkisi de kapıyı açmayı
reddettiler. Dakikalar ilerledikçe, masanın üzerindeki kahverengi şişeler boş
kahverengi şişelere dönüşüyor, yerdeki yerlerini alıyordu. Tükettikleri malt
şerbetinin miktarı arttıkça, hararetli olan bedenler hararetini artırıyordu. Yüzlerinden,
ter damlaları kaynağını reddetmiş ve doğmaya çalışan bir çay gibi süzülüyordu. Üzerindeki
tshirtler adeta buzulların erimesi sonucu sular altında kalmış yeryüzünü; kıvrımlar
ve çıkıntılar kendini eriyen buzullardan kurtarmış yeterince yükseltisi olan
dağları andırıyordu.
- Bu konu hakkında sana
katılmıyorum.
- Hangi konu hakkında?
- Az önce konuşuyorduk ya!
- Ne konuşuyorduk?
- Bilmem.
Bu konuşmalar, zihinlerde
gerçekleşmiş de olsa, ikisi de az sonra buna benzer bir diyalog içerisine
gireceğini kalan tüm şişeleri bitireceklerini bildikleri gibi biliyorlardı.
- Bu konu hakkında sana
katılmıyorum.
- Pardon?
- Az önce konuştuğumuz konu
hakkında.
- Konuşuyor muyduk?
- Bilmem.
- Şerbet var mı?
-Bilmem.
Sevişseler belki her şey daha
katlanılır olacaktı.
Dakikalar yerini saatlere bıraktı, konuşmadılar.
İkisinin de gözü aynı anda birbirlerinin memesine takıldı. Uçları belirginleşen
bu memeler onlara kutsal kâsede sunulan yıllanmış bir şarap gibi geliyordu. Memelerin
yapısını, memelileri, güzel bir memenin nasıl olması gerektiğini düşündüler.
Elbette, memelerin dökülüşünü masaya koymak o kadar kolay değildi. Uzunca
sayılabilecek bir süreden sonra biten şişeleri yenileriyle değiştirmek
istediler. Şu an içtikleri hariç, dolu şerbet şişeleri kalmamıştı. Terlediler.
Sessizliği, ikisi de bozmadı. Belki de tek istekleri, kendilerinden başka
birinin memesini ellemek istemeleriydi.
- İnsanlar çok garip.
- Hangi insanlar?
- Memesi olanlar.
- Gerçekten çok garip.
- Ne çok garip?
- İnsanlar.
- Hangi insanlar?
- Memesi olanlar.
- Sen de hep memelerden
konuşuyorsun.
- Memeliyiz ondandır, hem başka
konuşacak konu var mı?
- Yok.
- Yok.
Şişeleri kaldırıp:
-
Memelere özgürlük.
- Memesi olanlara özgürlük.