İG (I)
İntihar fikrine kapılmadan dört gün
önceydi, onu gördüm; kim olduğunu hatırlamadığım o yüzü ve bedeni. Bana,
hayatın boktanlığından, ne kadar yaşarsan ve ne kadar çalışırsan çalış herkes
gibi sonunda ya fosil olacaksın ya da başka bedenlerde aminoasit olarak
yaşayacaksın; yani, ölmeyeceksin diyordu. Makul geldi, düşündüm; fakat
gülmedim. Eski bunağın sivri zekâsı işe yaramadı.
Dört saat kadar uyumuşum. Beni uyandıran, ne okula geç kalmamı isteyen bir anne, ne de sabah seksi yapmayı isteyen bir güzel; güneş ışığı. Bir apartmanın en alt katında oturuyorum. Rutubetten, duvarların boyaları kalkmış ve tavanın yarısı yeşil durumda. Alg yetiştiriyorum; onların rızkını da ben veriyorum. Perdesi açık kalmış penceremin kirli camlarından yoğun bir şekilde gelen, yüzümü hedef almış ışık huzmesi. Bahar gelmiş olmalı, ama her hikâyede bahsedilen, ruhu dinlendiren, yaşam enerjisi veren cıvıltılarını duyamıyorum nedense. Hala daha yatağın içindeyken, iki ihtimal olduğunu düşünüyorum; ya hikâyeler düzmeceydi ya da bahar gelmemişti. Bu düşünceler içinde, daha fazla ışığın etkisine dayanamayarak ve örtüyü de üzerime çekerek sol tarafa döndüm.
Az önce, bana yaşamın boktanlığı üzerine adeta demeç veren orospu çocuğu, şimdi de her şeye rağmen hayatın yaşanmaya değer olduğunu söylüyor. Bir vaşak öfkesiyle üzerimdeki yorganı kenara fırlattım. Yataktan çıkıp, yaklaşık yirmi gündür giydiğim kıyafetlerimi yine her zamanki yerinde buldum. Kirlenmişler, ama kimin umurunda. Üç-beş yıl öncesi olsa aynı kıyafeti yıkanmadan giymezdim. Kıyafetlerimi giydikten sonra, pantolonun cebindeki ezilmiş sigara paketini çıkartıp, güçlükle, bir tane çıkardım. Evden hızlıca çıktım.
İnsanların yüzlerine bakmayalı uzun zaman oldu. Önüme bakarak yürümüyorum; hepsi maskeli balodaymış gibi maskelerle dolaşıyorlar. Bu, bende, bulantı yapıyor. Bazıları, sen çok etkilenmişsin diyorlar. Bunun etkilenmeyle alakası yok; bulantısı olmayan var mı?