IG (IV)



Bir amacım olmayarak geldiğim karşı kıyıya, ayakbastım. Okuduğum cümle, beynimde uzun süre önce başlayan ve şiddetini kat be kat artırarak devam eden fırtınaya karşı koyabilen, bir fırtına kuşu gibiydi. Binlerce düşünce arasından büyük bir zariflikle uçuyordu. Gitmekte olduğu yerin fırtınanın tam ortası olduğunu anladığı sırada, ani bir manevrayla geri döndü ve uzun saatler boyunca, kanat çırpmadan uçtu. Yürümekten yorulduğum sırada, bir bar evi gördüm ve içeriye girdim. Yüksekçe olan bar sandalyesine çıkarak, oturdum. Barmen bana yöneldiği anda “Rom,” diyerek, “sek olsun.” gibi oldukça kaba bir istekte bulundum. Barmen, asık bir yüz ifadesiyle geldiğinde, şişeyi istedim; getirdi. Şişenin, yarısına geldiğimde, o cümle; ava çıkmış ve az sonra avını yakalayacak bir hayvan gibi hazırlanıyordu. Bunun üzerinden yarım saat kadar bir vakitten sonra, şişenin sonuydu ve o cümle; grup rengi bir zeminin üzerinde zifiri kara bir si bemoldü. 

Sızmışım. Bar kapanırken, barmen fovist bir ressamın darbeleri kadar keskin dokunuşlarla ayılmamı sağladı. Cebimden biraz para çıkardım ve barın üzerine koydum. Yalpalayarak bardan çıktım. Bir sağa ve bir sola baktım. Hangi yönden gideceğimi bilmiyordum. Bir süre sonra, barmen çıktı dışarı. Sen hala burada mısın, dedi. Cevap vermedim. “Bir taksi çevirelim sana, evin nerede?” Diye sordu. Sarhoşluğun verdiği ağız yuvarlaklığında “Karşıda” diyebildim. “Öyleyse, burada ne arıyorsun be adam!” Arabasına bindi ve kapısını, sanki suratına kapatmak istediği; fakat kapatamadığı kişilerin hıncını alırcasına, sertçe çekti. Yanımdan geçerken durdu. “Bu halde karşıya geçemezsin, atla” dedi. Yapacak hiçbir şeyimin olmayışı ve dışarıda kalmak istemem neticesinde, tereddüt etmeden, arabaya bindim. Bar tipi yerler işletenler için müşterilerinin sıhhati önemlidir. O yüzden aldığını düşündüm. Lafa girdi. “Bu saatte seni evine götüremem, burada kalacak birin yoksa bu gece benim evimde kal, yarın dönersin” dedi. Onaylayacak ya da reddecek halim yoktu. “Tamam” anlamına gelen bir kafa işareti yaptım. Hareketlerimi, alkol aldığım için normal bir insanınki kadar iyi kontrol edemiyordum. Boyun omurlarımın çıktığını hissetmiştim, bu kafa işaretini yaparken. 15 dakika kadar sonra bir apartmanın önünde durduk, arabadan zorla indim. Barmenin de desteğiyle evine kadar gittim. İçeri girdiğimizde; “Kanepeye uzan, şimdi yastık, yorgan getiririm” dedi. Uzandım. Sonrasını hatırlamıyorum. Bir daha sızmışım. 

Sabah, daha doğrusu öğleye yakın bir saatte yine uyandırıldım. Başımın ağrımasından çok, gözlerimin yanması rahatsız ediyordu. Barmen bir birayla geri döndü. Tereddüt etmeden aldım birayı. Sigaram bitmişti. Sigaran var mı diye sordum. Kâğıt ve tütün getirdi. Bir de kanepenin altından bir poşet çıkardı; ot doluydu. Tütünle karıştırarak, sabahın iğrençliğinde bir babil kulesi inşa ettik. Öğleden sonra 4 gibi evden çıktık. Tanımadığım biriyle, eski dostların ilişkilerine benzer bir durum içerisindeydik. Otun etkisi de olabilirdi bu. Bara geldiğimizde; hoşça kal, dedim ve ayrıldım. Yıllardır süren arkadaşlık burada bitmişti. Yine, yalnızdım. Karşıya geçmek için dün geldiğim iskeleye tekrar yürüyerek gittim. Saat 6 seferine bindim. 5 vapurunu kaçırmıştım ve buçuk olan saatlerde takıntılarım yüzünden seyahat etmiyordum. Dünkü gibi üst kata çıktım. Gözlerim birini arıyordu; kimi aradığımı da bilmiyordum. İçgüdüsel bir şeydi bu. Dün gördüğüm kadın yine aynı yerde ve aynı pozisyonda oturuyordu. Tereddüt etmeden yanına doğru yöneldim. Deli bir rüzgar vardı. Yanına geldiğimde,  “Evet, burası boş,” kitabına dönerek “ve oturabilirsin.” dedi. Gülümsedim. Gerçekten gülümsemiştim. “Her gün işe gidiyor olmalısın.” güldü ve ekledi; hayır, denizde olmak hoşuma gidiyor, bu sert rüzgarı yemek biraz da olsa beni kendime getiriyor. Kitaba baktım ve yine aynı cümleyi gördüm. 

“ İntihar, muazzam bir cesaret ve disiplin gerektirir.”