IG (V)



O anda anlamadığım bir sağırlık hakim oldu kulaklarımda. 256 milyon renk arasından sıyrılarak, siyah bir fonun üzerinde beyaz harf dizinleri gibi belirgin bir şekilde “Pardon,” diyerek girdim söze ve devam ettim “Dün de aynı kitabı okuyordunuz. Hala aynı sayfadasınız.” Gözlerini kapattı, ismini bilmiyordum, ilgilenmiyordum da. Bana döndü ve kitabı verdi. “Herhangi bir sayfayı aç,” dedi dramatik bir ses tonu ve parıltısını yitirmiş gözlerle. Rüzgar anlamış olacak ki hoyratlığını kısa bir süre sakladı bizden. Rastgele bir sayfayı açtım. “İstediğin cümleyi oku.” Yine aynı cümleydi. 

“Aman tanrım, bütün kitapta bu cümle mi var?” çatallı bir ses tonuyla  “Bütün sayfalarda aynı sayı,” Tok bir sesle ekledi: “Gerçekten de muazzam bir cümle değil mi, cesaret edip, yapması çok zor.” Şaşkınlığımı gizleyemedim. Rüzgarın hoyratlığı yeniden baş gösterdi. Deniz hırçınlaşmış, 10 dakika sonra başlayacak olan yağmur damlaları, bir bıçak gibi düşüyordu. Güvertenin ve üzerindekilerin üzerine. Kısa sayılabilecek bir zamanda herkes yok oldu. Sadece ikimiz kalmıştık. ”Poseidon bu, cezalandırıyor.” dedi. “İnsanlar anlamıyorlar, özgürlükten kaçıyorlar,” dedim. Grinin en koyu tonuna dönen gökyüzüne başını kaldırarak, “Yağmur ıslanmayı bilenler içindir ve ıslanmayı bile çok az kişi var.” dedi. Yakın hissetmiştim kendime. Milyonlarca parametrenin bulunduğu bu değerlendirmede, benimkine çok yakın olan bir düşünceydi bu. 

Ona baktım. Gözlerinin altından, düzenli olarak, dumanlanan biri olduğu anlaşılıyordu. “Peki ya…”   Sertçe sözümü kesti; “Saygısızlık etme, muhteşem senfoniyi duyuyor musun, Sibelius bu çalan.”  Dedi. Kulak verdim, işitsel bir halüsinasyondu bu, görkemli keman sesleri yükseliyordu. Gözlerim kan çanağı gibi oldu; belki de kutsal kaseydi gözlerim, asırlar boyu aranan. Basınç gittikçe artıyordu. Kalbim fazla pompa yapıyor, epinefrin de buna destek veriyordu. Bir an, gözlerimin yuvalarından çıkacağını hissettim. Yanaşma sesiyle birlikte keman sesleri yok oldu. Omzumda bir el hissettim. Kendime geldim. Ayağa kalktığımda bacaklarım yeni doğmuş bir ceylan yavrusu gibi titriyordu. Aslında o an düşündüğüm ilk kez morfin alan birinin bacaklarının yaşadığı dumurdu. Adımlar attıkça her şey normale döndü.

Demir yığınından indikten sonra, eve gittim. Zindan gibiydi içerisi. Dün sabah rahatsız eden güneş, doğmak için batmıştı. Güneşin batmasının anlamsızlığını düşünüyordum. 
Uyuyakalmışım.