Her Şey
Her şey olur,
Oturdukları bar sandalyelerinde önlerinde duran
bardakların üzerindeki sigara dumanını izliyorlar. Yukarıdan inen, benzerine
poker masalarında rastlanabilecek lambanın aynı anda yarattığı loşluk ve ışık
altında çocukluklarını, gençliklerini, yaptıkları hataları düşünüyorlar. Hiç
tanışmayan bu iki kişi aynı birbirlerine dönüyorlar ve gülümsüyorlar. Bu
gülümseme, barmene, birbirine yabancı olan iki adamın tanıştığı hissiyatını
veriyor. Önlerinde paketler duruyor. Birininki kırmızı, diğerinki sarı.
Sigaraları yaktıkları anda barmenin önüne yeni bardaklar geliyor. Silmeye henüz
başlamışken, barın gürültüsü arasında birer bardak daha bira söyleniyor. Barmen
elindeki lacivert bezi kenarı bırakıyor. Biraları dolduruyor ve sahiplerine teslim
ediyor. Ortaya da ikram olarak iyi kavrulmamış fıstık tabağını koyuyor.
Birbirlerine bakıyorlar, gülümsüyorlar.
Her şey büyür,
Tabaktaki fıstıklardan ilk kimin alacağı, gerçek
anlamda bu dostluğu kimin başlatacağı söz konusuyken, saçları kırlaşmaya
başlamış. Siyah t-shirt ve deri ceket giyen sol elini uzatarak fazlaca
tuzlanmış fıstıklarla dolu tabağa beş parmağını birden sokarak samimiyetini
gösteriyor. Fıstıkların dış yüzeyindeki tuzlar elindeki terde yok olurken, aynı
eliyle az önce beraber gülümsediği adama doğru itiyor ve gürültünün içindeki sessizliği bozuyor: Eve
dönmek istiyor musun?
Her şey geçer,
Cevap gelmedi. Deri ceketli önüne döndü, bardağa
baktı, içindeki köpüğü izledi bir süre. Sarının üzerindeki beyazın yarattığı
düzensizliği. İrice bir yudum aldı. Arkaplanda Neil Young’ın hey hey my my
parçasının out of the blue versiyonu çalıyordu. Sigaralardan biri söndü.
Hayatın anlamı o gece, o barda, o sigaranın altında yitip gitti. Geriye, birkaç
fıstık ve yarım bardak bira kaldı.