Guguk-kuşu
Gri gökyüzünün ve turuncu ışıkların hakim olduğu şehrin rüzgarına karşı koyarak yürüyordu. Sokakların ıssızlığı garip bir huzur veriyordu. Turuncu ışıklar kendini karanlığa bıraktı, bir tiyatro oyunun son perdesi gibi ağzından çıkan su buharını bile göremez oldu. Gerisi sessizlik.
Yüzüne gün doğumunun huzmeleri çarptığında uyandı. Dün gece yaşadığı yorgunluk, bayılmasına ve geceyi yanmayan bir sokak lambasının altında geçirmesine neden olmuştu. Yattığı yerden doğruldu, üzerindeki tozlardan kurtuldu. Yürümeye başladığında, başının arkasındaki şişliği fark etti, kanamıştı. Umursamayarak, yürümeye devam etti. Bir sigara yaktı ve kendine gelmek için henüz açılmış olan kahveciden kendine sade filtre kahve aldı. Şampiyonların Kahvaltısını yine aksatmamış günün geri kalanını iyi geçirebilmesi için yapması gereken ilk adımı tamamladı. Bu adımdan sonra genelde günün geri kalanını düşünür ve yapacaklarının kararlarını alırdı. Öyle olmadı. Gece, yorgunluktan bayılmasına neden olan şeyi düşündü. Hatırı sayılır bir süredir, yaralı bulduğu bir guguk kuşuyla ilgileniyordu. Önce guguk-kuşuyla tanışmış, onu anlamış sonra da onu insanlara tercih etmişti. Bitmek bilmeyen günler ve gecelerce onunla ilgilenmiş, kendi yalnızlığını ve guguk kuşunun yalnızlığını dindirmeyi başarmıştı. Guguk kuşuna konuşmayı, tüylerine nasıl bakması gerektiğini, hatta yaralı olduğu dönemde unuttuğu uçmayı öğretmişti. Birlikte yaşadıkları ufak ama devasa odaları olan evde yemekleri bile birlikte yemeye başlamışlardı. Gugukgillerin bir üyesinin akşamları pizza, brokoli ve amerikan salatası yediği o güne kadar görülmemişti. Her hafta guguk kuşu omzuna konar ve uzun yürüyüşlerin sonunda sıkı bir kahvecide günün yorgunluğunu birlikte atan ikili, birlikte tatile gidip, kafa dinleyebileceği seyahatlere bile çıkmıştı.
Nice günü birlikte doğurup, birlikte batıran ikili adamın daha çok çalışması, sorumluluklarının artması sebebiyle hafta sonu yürüyüşlerine çıkamaz oldular. Guguk-kuşu bu yürüyüşleri sevse de ilk zamanlarda sesini çıkarmadı, idare etti. Bu yürüyüşleri seven adam bu durumdan muzdarip olsa da bunun geçici olduğunu bildiği için bu durumu umursamamakla yetindi.
Bir süre sonra adam eve geldiğinde, guguk-kuşu sessizliğini bozdu. Konuşmayı unutmuş gibiydi, ötme frekansını yükseltti. Adamın alışık olduğu tatlı ötüşleri, yerini kulak zarını zorlayan çığlıklara bırakmıştı. Adam, konuşabildiğini feryatlara gerek olmadığını söylese de guguk-kuşu dinlemedi. Bir gün sonra adam geldiğinde ve guguk-kuşuyla konuşmaya çalıştığında bu sefer ötüşler, sert konuşmalara ve serzenişlere evrildi. Adam olanlara inanamadı, her türlü kötü durumuna ve ihtiyacına cevap verdiği, çözümler ürettiği, yanında olduğu guguk-kuşu, beni ihmal ediyorsun, bana zaman ayırmıyorsun demişti. Adam yaralandı. Böyle dönemlerin olabileceğini ve hafta sonu gezintilerini ertelemek zorunda kalabileceklerini anlatmaya çalıştı, guguk-kuşuna verdiği önemi ve değerin sadece şımarık hafta sonu gezintilerine indirgenemeyeceğini söyledi. Guguk-kuşu geziler yoksa ben de yokum dercesine konuştu.
Camı açtı, pencere pervazında duran guguk-kuşuna baktı.
Uç ya da kal.
